Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti ile uzun süreli gerginlik döneminden sonra ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda en önemli adımlardan biri atıldı. Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesi sonrası iki lider yeni işbirliklerine işaret etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çözülemeyecek sorunumuz yok” derken, Yunanistan Başbakanı Miçotakis de, “Beraber hareket etmek zorundayız” mesajını verdi.
Erdoğan açıklamasında, Miçotakis ile Kıbrıs meselesini de ele aldıklarını belirterek, “Kıbrıs meselesinin adadaki gerçekler temelinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme kavuşturulması tüm bölgenin yararına olacaktır” dedi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti, Yunanistan’la ilişkiler ve Kıbrıs sorunu üzerine gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘Çok abartmamak gerek’
*Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde iyileşme görünüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesiyle birlikte Yunanistan’a yaptığı ziyarette Yunan Başbakan Miçotakis ile birlikte Atina Bildirgesi’ne imza atıldı. Toplantıda verilen resimde masadaki herkes mutlu ve güler yüzlüydü. Tabi ki toplantı Türkiye ve Yunanistan arasındaydı. Kara suları, hava sahası gibi iki ülkenin yaşadığı sorunların çözümüne odaklanıldığı şüphesiz ama siz bu yakınlaşmadan KKTC adına, iki devletli çözüme yönelik de olumlu gelişmeler bekliyor musunuz? Bildirgeyi nasıl görüyorsunuz?
Konuları çok abartmamak gerekir. Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinin iyileşmeye gitmesinden daha doğal bir şey olamaz. Zaten iki komşu ülke. İki NATO üyesi ülke. Doğal olarak ilişkilerinde bir normalleşmeye gitme gayreti içerisine girmeleri gerekir, girdiler. Ama bu, gerçek boyutlarının dışında Kıbrıs konusunda da şu olacak, bu olacak diye bir neticeye götürülecek bir yorumu hak etmiyor benim gördüğüm. Bunun olabilmesi için Rumların, Yunanların Kıbrıs Cumhuriyeti ve hükümeti diye bir varlık ortada yoktur noktasına gelmesi lazım. Eğer biz Kıbrıs’ta Kıbrıs sorunu denen sorunu çözmeye gideceksek bunun başlangıcı Kıbrıs sorununun ne olduğu noktasını tarif ederek “Kıbrıs sorunu nedir” sorusuna samimi bir şekilde cevap vererek olur ve her iki tarafın da bu konuda mutabakat sağlaması halinde bir ilerleme gündeme gelebilir. Şimdi Rum tarafına, Yunanlara sorarsanız ki Erdoğan’ın Miçotakis ile olan görüşmesinde böyle bir konunun konuşulduğunu işitmedim, konuşulduğunu da sanmıyorum.
*Hakan Fidan’a “masada bizimle ilgili bir konu oldu mu” diye sordunuz mu?
Yok, öyle bir görüşme olmadığını çok iyi biliyorum. Çünkü konuşulsa bu olumlu hava yaratılamazdı.
‘Kıbrıs konusunda geri adım başarısızlığa götürür’
*Atina’ya KKTC konusu hiç götürülmedi mi?
Benim bildiğim kadarıyla yok. Öyle bir şey götürülmedi. Çünkü Kıbrıs sorunu nedir? Kıbrıs sorununun tarifinde iki tarafın tarifinde bir mutabakat sağlanmadığı takdirde neyin çözümünden bahsedeceğiz? Rumlara, Yunanlara sorarsanız Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan ‘Türk istilası ve devam eden Türk işgali’dir. Bunu söyleyenlere o zaman 1964’ten beri adada BM barış gücü askerleri neden var diye sormak lazım. Cevapları yok. Eğer sorun 74’te başladıysa 64’ten 74’e kadar adada ki hala barış gücü askerleri var, bunun izahı nedir? Dolayısıyla Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan Türk istilası ve devam eden işgali sorunu değildir. Ama Rumlara ve Yunanlara göre öyledir. Bize göre Kıbrıs sorunu, Rum tarafının Kıbrıs Hükümeti ve Cumhuriyeti olarak tanınmasıdır. Bu tanınma ortadan kaldırılmadığı ve Güney Kıbrıs’ın sadece bir Rum devleti olarak tanınmadığı sürece siz Kıbrıs sorununun çözümünden bahsedemezsiniz. Dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki konuları, Ege konusu olsun, çeşitli sorunlar olsun, bunları çözmeye yönelik bir gayret içerisine girmesi iki NATO üyesi komşu ülke olarak, bundan daha doğal bir şey olamaz. Kıbrıs Türkü olarak bundan rahatsızlık duyan insanlar da değiliz. Ama bunun Kıbrıs konusunda Türk tarafı geri adım atacak, iki egemen eşit devlet noktasından vazgeçilecek, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içerisine Türklerin nasıl amalgeme (konsolide) edileceği bir politikaya nasıl gelinecek gibi yorumlara sebep olunmaması gerekir. Çünkü bunun gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Kıbrıs konusuna bu şekilde yaklaşım, başarısızlığa gitmenin garantisidir. Zaten 60 yıl böyle gidildi.
‘Pesimist değil gerçekçiyim’
*Biraz pesimist yaklaşmadınız mı?
Ben gerçekçi olmayı tercih ederim. Gerçekçiliği pesimizm diye yorumlamak isteyen olursa buyursun yapsın. Ben gerçekçilikten bahsediyorum. Kıbrıs Türk’ü hiçbir zaman Rum tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temsilcisi olarak kabul etmeyecektir. Adına Kıbrıs Cumhuriyeti denen Rum devletinin bir statüsü konumunu asla kabul etmeyecektir. Kıbrıs Türkü bir toplum değildir. Kıbrıs Türkü egemen bir devlet sahibi bir halktır. Bu statüsü kabul görmediği sürece ve Kıbrıs konusunun uzlaşıya yönelik bir müzakere süreci gündeme gelecekse iki egemen eşit devletin varlığı temelinde bir süreç gündeme gelmeyecekse, herhangi bir görüşme sürecinin olmayacağı da işin gerçeğidir. Buna nasıl bakarlarsa baksınlar, bunu pesimist diye mi gerçekçi diye mi nitelerler. Bu benim problemim değil. Ben bir Kıbrıs Türk insanı olarak devlet sahibi bir halk noktasından geri adım atarak bir Rum devletinin içerisinde bir toplum statüsünü benimsememizi asla kabul edecek bir halk olmadığımızı bildiğim için bu şekilde net konuşuyorum. Hayal gücüyle toz pembe senaryolar çizerek Kıbrıs konusuna bakmak isteyenler nasıl isterse öyle baksın. Ben gerçekçi bakmayı tercih ederim.
‘Rusya’nın diplomatik temsilciliği tanıma anlamına gelmiyor’
*Rusya’nın KKTC’de diplomatik temsilcilik açma kararı Türkiye’de hareketliliğe neden olmuştu. “Acaba Rusya, KKTC’yi tanır mı, bu hamle bir işaret mi” şeklinde tartışmalar yapıldı. Bu konunun detayları nelerdir? Ayrıca KKTC’nin tanınması konusunda Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleri bakımından bir ilerleme var mı? Örneğin Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önünde AB’nin koz olarak kullandığı söylenen Karabağ sorunu gibi bir sorun vardı. Bu konudaki diplomatik girişimlerinizde son durum nasıl?
Konu ilk günden itibaren yanlış yansıdı. Sıra dışı bir konu da değildi. Çünkü ABD’nin kuzey Lefkoşe’de, güneydeki Büyükelçiliklerinin bir irtibat ofisi var. İngilizlerin var. Bunların hiçbirinin adı konsolosluk değil, başkonsolosluk değil. Rusya’nın da güneyde Büyükelçiliği var. Kuzeyde Amerikanlar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar gibi bir irtibat ofisi açtılar. Bunun nedeni de bizim kuzeyde artan bir Rus nüfus. Bunlar Güney Kıbrıs’a geçemiyor. Rum, bunların Güney Kıbrıs’a geçmesine izin vermiyor çünkü adaya KKTC’den geldiler. Rumlara göre KKTC’den gelen kişi “bizim adamıza gayrimeşru giren kişi” olarak nitelendiriliyor. Ruslar da şimdi böyle bir ofis açarak kuzeydeki Rus vatandaşlarına konsolosluk hizmeti verecek. Ama bu KKTC’nin tanındığı anlamında yorumlanmaması lazım. Güneydeki elçiliklerinin bir uzantısı, güneye akredite. Bize akredite değil. Amerikalılar da değil, İngilizler de değil. Ama gayri resmî olarak bizimle çalışıyorlar.
‘Azerbaycan’ın açılımı KKTC’yi nihai tanımaya gidebilir’
Tanınma konusunda ise çok aceleci olmayın. Bakın, tanınma politikamız 2017’den sonra gündeme geldi. Yıllardır biz tanınmayı talep eden bir politika güttük ve başaramadık gibi bir durum yok. Bu şekilde eleştiren muhaliflerimiz var. Ama doğru değil. Biz Kıbrıs konusunda 60 yıl sürdürülen BM müzakereleri süreci içerisinde tanınma politikası gündeme getirmedik. Çünkü ortaklık kurmak için müzakere ederken tanınmayı talep etmek tutarlı değildi. 2017’de Crans-Montana’da müzakere süreci çöktüğü için onun sonrasında egemen eşit devlet, eşit uluslararası statü politikasına girdik. Dolayısıyla daha çok yeni bir politikadır. Bunun hemen bugün yarın netice vereceği kolay bir süreç olmadığını biliyoruz zaten. Hayal kurarak girmedik bu sürece. Evet, Türk Devletleri Teşkilatı’na Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sayesinde gözlemci üye ülke olduk; ilk defa anayasal ismimizle ve bayrağımızla… Ama tabi o örgütte de her şey istediğimiz gibi bir iddia sahibi değiliz. En uygun ilişkilerimiz şu anda Azerbaycan’la gerçekleşti; o da Karabağ olayı bittikten sonra Azerbaycan’ın açılımı gündeme geldi. Ve İlham Aliyev’in orada gerçekleştirilen bir toplantıda “KKTC bayrağı burada her zaman dalgalanacaktır” diye beyanatı olmuştu. Karabağ olayı gerçekleştikten sonra Azerbaycan’ın bizimle olan ilişkilerinde ciddi bir açılım içerisine girdiğini görüyoruz. Bu önümüzdeki zaman diliminin ne kadar olacağıyla ilgili kimse net bir şey söyleyecek durumda değil ama bunun nihai tanınmaya gideceği yorumunu yapmak mümkün. Şunu da kimse unutmasın, Rum tarafı; Türk devletleri olsun, Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki üye ülkeler olsun, İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri olsun, özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerini silah olarak kullanıp bizimle olan ilişkileri sabote etmeye ciddi ciddi gayret sarf ediyor. Mesela Kazakistan, en son orada yapılan liderler zirvesine KKTC’yi davet etmedi. Ersin Tatar gidemedi çünkü KKTC davet edilmedi. Liderler Zirvesi için bize davet gelmedi Kazakistan’dan. Bunun sebebi de Rum tarafının AB ilişkilerini kullanarak Kazakistan’a ticari ilişkileri, AB’nin Kazakistan’daki projeleri, programları, finansman sağladığı konuları kullanarak baskı yapması.
Bir de tabi BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararları aleyhimize kullanıyor. Sanki bu kararlar bağlayıcı kararlarmış gibi. Biliyorsunuz, KKTC kurulduğunda BM Güvenlik Konseyi bunu eleştiren ve bu devlete yardımcı olunmaması çağrısı yapan kararlar aldı. Bunları kullanarak bizimle olan ilişkileri sabote ediliyor bu ülkelerin. Şimdi şu nokta göz ardı ediliyor: Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararların hiçbiri bağlayıcı kararlar değildir; tavsiye niteliğindedir. Bunlara uymayan ülkelere BM’nin yaptırım uygulaması söz konusu değildir. Buna en tipik ve tek örnek de Türkiye’dir. Türkiye, o kararlara uygun hareket etmiyor. Rum tarafını tanımıyor; KKTC’yi tanıyor, oraya büyükelçi gönderiyor. KKTC’den büyükelçi kabul ediyor. Dolayısıyla BMGK’nın Kıbrıs’la ilgili aldığı kararların hilafına politika uyguluyor. Kimse bugüne kadar BM’nin Türkiye’ye yönelik ceza, müeyyide uyguladığını söyleyemez. Çünkü yok, olamaz. Bu kararların hepsi de tavsiye niteliğindedir. O yüzden böyle oyunlarla KKTC’nin önü kapatılmaya çalışılıyor. Biz kararlı olduğumuz sürece devletimize sahip çıkarak anavatanımızla birlikte bütün zorluklara göğüs gererek geleceğimizi şekillendirmeye kararlıyız.
‘BM, tampon bölgede Rumlara toprak verdi’
*Birleşmiş Milletler’den söz etmişken Pile – Yiğitler yoluyla ilgili ciddi bir kriz yaşandı. BM Barış Gücü askerleriyle Türk kolluğu arasında gerginlik yaşanmıştı. Orada da bir çifte standart söz konusuydu. Bölgedeki köylerde yaşayan Rumlar gümrük uygulamasından geçmeden merkeze ulaşabilirken aynı hak Türklere sağlanmıyordu. O dönemki gerginlik KKTC ve BM arasındaki ilişkiyi zedeledi mi? Yol projesiyle ilgili en son hangi aşamaya gelindi?
Zaten hiçbir zaman BM ile doğru düzgün bir ilişkimiz olmadı. BM her zaman Rum tarafını ödüllendirdi. Şiddet olayı da BM askerlerinin hadsizliğinden kaynaklanmıştı. Planlanan bir olay değildi. Olayı çok iyi biliyorum. Çünkü BM ile Pile yolunu müzakere eden, başından beri, halen bugün de olayı bilen kişi benim. BM Barış Gücü Özel Temsilcisi ve misyon şefi Colin Stewart ile süreci müzakereli götüren, anlaşmayı sağlayan benim.
*Anlaşma var olduğu halde mi o sonuçla karşılaştınız?
Tabi. Yiğitler köyünden Pile güzergahına doğru BM’ye göre ara bölge sayılan, bize göre bizim toprağımız saydığımız Çayhan Düzü var. Pile’nin üst başı burası. Orada bizim bir de askeri birliğimiz var. Ama bir noktasında, Pile’ye bir, bir buçuk kilometre mesafede bizim de ara bölge diye kabul ettiğimiz bir yer var. Onevler denen bölge orası. Dolayısıyla BM’nin otoritesini kabul ettiğimiz bir yer. Ara bölgede otorite BM’dedir. Bizim yol geldi, Yiğitler’den çıktı, Çayhan Düzü’nü geçti. O ara bölgenin başladığı yerde durduk. Çünkü BM işte burada hata yaptı. Bizimle yol projesini müzakere edip mutabakat sağlarken bizimle istişare etmediği konularda Rum tarafıyla başka bir anlaşma yapmış. Tam bizim yolun geçeceği güzergahın olduğu yerde, Rum’a parselasyon izni vermiş ve Rumlar orada yerleşim yeri, evler inşa edecek.
*Tampon bölgede Rumlara nasıl toprak verilebilir?
Verdi işte. Bu tamamen BM’nin olayı yüzüne gözüne bulaştırması olayıdır. Çok büyük bir fiyaskodur. Çünkü biz yolu nerden yapacağımızı kendilerine harita vererek gösterdik. Güzergahın neresi olduğunu biliyorlar. Bizim güzergahımızı etkileyecek şekilde Rum’un parselasyon çalışması yapmasına izin veriyorlar. Ki bizim herhangi bir şekilde buna onayımız yok. Hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.
*Size sordular mı peki?
Sormadılar. “Rumlarla anlaşma yapıyormuşsunuz” dedik. “Evet” dediler. “Anlaşmayı bize verir misiniz” dedik. “Vermem” dediler. Sonra fiiliyatta gördük. Yol geldi, devam edeceğiz. Karşımıza Rum’un inşaat çalışmaları çıktık. Biz de tepki gösterdik. Asker boy gösterdi. Durdular.
*Peki parselasyon çalışması iptal oldu mu yoksa askıya mı alındı?
Yok, çekildiler ama biz de yola devam edemiyoruz çünkü etmemiz için ara bölgeye girmemiz lazım. BM’nin onayı olmadan ara bölgeye girmek demek, büyük bir sorun demek.
*Fakat o dönem hem KKTC hem de Türk yetkiler çok net konuşmuştu. “Biz bu yolu kim ne dersin yapıp bitireceğiz” denmişti.
Yapacağız. Yine aynı şeyi söylüyorum. 18 Ağustos’ta gerginlik çıktı. O krizi çözmek için diplomasiye geçildi. Defalarca BM heyetiyle görüşüldü. Biz yol projesini yapma konusunda mutabakatı 9 Ekim’de sağladık. Mutabakat neticesinde 9 Ekim’e kadar ara bölgeye kadar olan yolu da yapmaya devam ettik. Ama ara bölgeye geldiğimizde karşımızda Rum’u bulduk. Bu BM’nin samimiyetsizliğidir. BM, bizim yolumuzun nereden geçeceğini bile bile, bizim projemizi sabote edecek şekilde Rum’la anlaşma yapıp önümüzü yerleşim projeleriyle kesmeye çalıştı. Şu anda proje donmuş durumda. Bizim yolumuz durdu. Rumların da inşaatı yok ortada. Tepkimiz üzerine parselasyon durdu. Şu anda iki taraf da duruyor.
*Rumlar, “BM burayı bize verdi, inşaatımızı yaparız” derse ne olacak?
Yapamazlar. Mümkün değil. Bunun mümkün olmadığını bildikleri için durdular zaten.
‘Kıbrıs sorununun İsrail-Filistin konusuyla benzerliği yok’
*Türkiye, İsrail ve Filistin arasında garantörlük modelini tartışırken Kıbrıs modeli örnek gösterildi. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği panelde de yine Kıbrıs’taki garantörlük modeli örnek gösterilmişti. Bazı akademisyenler bu modeli tartışırken diğerleri de İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı orantısız güç bakımından iki ülke arasındaki problemin Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler arasında olanlarla benzeşmediğini öne sürüyor. Kıbrıs modeli Türkiye’nin garantörlük açısından gerçekten örnek gösterilebilir mi? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Türkiye’nin ortaya koyduğu garantörlük politikasıyla Kıbrıs modelinin karıştırılmaması gerekir. O çok farklı bir garantörlük. Benim gördüğüm kadarıyla Sayın Hakan Fidan’ın söz konusu garantörlükle ilgili söyleminde net bir duruş, nasıl bir garantörlük olacağıyla ile ilgili herhangi bir detay yok. Askeri varlık mı olacak yoksa askeri varlığın olmadığı başka bir garanti sistemi mi olacak? Bu netleştirmesi gereken apayrı bir konu. Kıbrıs’taki garanti sistemi ile hiçbir alakası olmayan bir garanti sistemi olacaksa olacak bana göre. Bizim için önemli olan Gazze’de yaşananlardan sonra yıllarca bize Kıbrıs konusunda “Türkiye’nin garantisinden asla vazgeçilmemesi gerekir, vazgeçmeyiz” yönündeki politikalarımızı eleştiren muhaliflerimiz, “garanti sistemleri artık çağdışı kalmıştır, Kıbrıs’ta Avrupa Birliği garantisi yeterlidir, AB üyesi Kıbrıs’ın AB üyesi olmayan bir ülke yani Türkiye tarafından garanti edilmesi gibi bir olay söz konusu değildir” yönündeki eleştirilerinin ne kadar anlamsız, ne kadar gerçekle bağdaşmayan yaklaşımlar olduğu, garanti sisteminin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmıştır.
Ama Kıbrıs konusundaki garanti sisteminin aynen veya onun bir modalitesinin Gazze konusunda uygulamaya girmesi gibi bir yorumu da ben gerekli görmüyorum. O bambaşka bir olay. Kıbrıs’taki Rum-Türk meselesinin İsrail-Gazze konusuyla özdeşleştirilmesiyle doğru bulmuyorum. Farklı bir konudan bahsediyoruz. Kıbrıs konusunun İsrail-Filistin olayıyla bir benzerliği yok çünkü Kıbrıs sui-generis (kendine özgü) bir konudur. Kıbrıs’ta bir ortaklık devletinin bozulmasından bahsediyoruz. Ortalık devletinin kurulmasında anlaşmalara imza atan bir Türk tarafı var. Bizim imzamız olmadan Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir devlet 1960’da kurulamazdı. O bambaşka bir olay. Bu ortaklığı bozan bir Rum tarafı var. Dünyanın Rum’u ortaklığı bozan taraf olmasına rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması Kıbrıs sorunudur. Bunun Filistin-İsrail konusuyla uzaktan yakından bir benzerliği yok.