Kıbrıslı Türk yazar Dr. Derviş Özer, Kıbrıs Türk toplumunun bilinmeyen hikayelerini gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor. Özer, 1965-1966 yıllarında Kıbrıslı Türklerin, bir kitap resminden ilham alarak uçak yaptıklarını yazdı.
Özer’in belirttiğine göre, okuyacağınız hikaye tamamen gerçek olup hayatta kalan kişilerin anılarından derlendi.
Özer’in paylaşımı şöyle:
“Şu çılgın Mesaryalılar: TMT uçağı!”
Yapımcılar: Mineraliköylü Özay
Abohorlu Demirci Memet
Minareliköylü Makinist Hasan
Yeniceköylü Dülger Mustaa
Beyköylü Fahri Ustanın Asaf Görneçli Hakim Salih (Abohorun Damadı)
Abohorlu Ahmet Usta
Çiftlikli Royter Mustafa
Abohorlu Mavro Ali
Ve daha adını sayamadığım onlarca kişi
Yapım yılı: 1965-66
Yapım malzemesi: Ahşap- demir
Menzil: Yeniceköy – Lefkoşa.
Motor: Volkswagen motoru
Pervane açıklığı: 4 metre maun.
Kanat açıklığı: 10 metre
Gövde: Alevkayası kaçak kesim çam
Abohor, Beyköy, Yeniceköy Görneç ortak yapımı
Bu olay çaresizliğin insanlara neler yaptıracağının bir örneğidir. Okuyacağınız hikâye tamamen gerçek olup sadece hayatta kalan kişilerin anılarından derlenmiştir.
Yıl 1965 Yorgacis ve TMT anlaşmazlığından yollar kapanmış, yüzlerce, binlerce kişi şehere çalışmaya gidememiş ve köylerinde kısılıp kalmış. Bu adamlar toprağı işlemekten biraz öteye gitmişler. Köylerinde toprak, keçi, koyun ve eşek peşinde koşup, toprağın kendilerine yetmediğine karar vererek şehere gitmiş ve oradaki belki bir Rum belki de bir Türk ustanın yanında Rum çıraklarla birlikte, sanat yani zanaat öğrenmişlerdir. Yalın ayak başlamışlar çıraklığa, ilk aldıkları haftalıkla, aldıkları ilk paranın hevesiyle, ailelerin bir şeyler alabilmek, eve ekmek götürmenin mutluluğuna ermek için otobüsle bile değil yayan dönmüşler köye. Bir sonraki hafta, ustaları hem haftalık vermiş, hem de demiş ki, siz şimdi yalın ayak çalışırsanız beni ayıplarlar. Ve üçünü beşini önüne katıp ayakkabıcıya götürüp ayakkabı almış ayaklarına.
Bu adanın insanı gerek Türk olsun, gerek Rum, getirip Lefkoşa’nın ustalarına teslim etmişler çocuklarını. Rum, Türk çıraklar beraber öğrenmişler sanatı, ustalarına saygısızlık etmeden, aralarında kavga olsa bile ustalarının lafı kanun olmuş ve birbirlerini kırmamışlar. Sevmişler birbirlerini savaş yıllarında bile birbirlerini saklamışlar, zor günlerde bile birbirlerini kollamışlar.
Hikâyemiz bu güzel yıllardan sonra başlar. EOKA ve TMT kuruluşundan sonra yolların kapanıp Rum, Türk ayırımı yapıldıktan sonra yollar kapanır, şehirde kalanlar şehirde, köyde kalanlar köyde kalır, yapılacak pek fazla bir iş yoktur. Oturup yolların açılmasını beklerler. Ama yollar açılmaz. Kimileri kendini dağlara vurur. Kimileri Beyaz Kıraçta, Papazın Tepelerde mağara kazıp, altın arar, bulunan üç beş parça tarihi eser, köye gelen antika kaçakçılarına satılır. Büyük Belenk tepesinin sivrisi kazılır. Koskoca tepenin üzerinde bir sivilce gibi duran yer, bir gecede delik deşik edilir ama söylentiye göre bir şey bulunamaz başka bir söylentiye göre de tepenin güneş doğduğu zaman ilk ışık vuran yerini kazınca altın atlardan oluşan arabayı bulurlar ve zengin olurlar ama kimseye söylemezler…
Bir kısmı da milliyetçilik fikirlerine kapılıp TMT saflarında ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Onlar için her şey bir lise kitabında buldukları resimle başlar. Kitabın sayfası koparılır ve yapabilir miyiz diye görüşmelere başlarlar. Kahvede gizli gizli konuşulur, ustalar çağrılır malzemeler hesaplanır akla gelecek her türlü soruya cevap aranır. Projenin fikir babası Mineraliköy göçmeni Özay’dır. İş, hepsinin kafasına yatar. Köydeki bir Volkswagen arabası ve her türlü malzeme toparlanır. Demirci Mehmed’in dükkânda işe başlanır. İlk önce çelik konstrüksiyon hazırlanır. Makinist Hasan, motoru söker. Beşparmak kaçak çamından ince tahtalar konstrüksiyona monte edilir. Ve maun ağacından iki tane pervane yapılır. Günlerce rendelenir, zımparalanır, üzerinde tek bir pürüz kalmasın havayı bıçak gibi yarsın diye. Ve motor monte edilir. Kanatlar tahtadan yapılır. Hepsi tek tek hesaplanır. Kitaptaki uçak tek tek ölçülür ve büyütülür.
Günler geçer, uçak şekillenir ve yapılan iş meydana çıkınca köylülerin de dikkatini çeker. Hele birde köyün içinden, yoldan bir uçak geçince, daha da heveslenilir. Yaşlılar gururla bakarlar, yaşlı nineler dualar okuyup tütsü yakarlar. Uçak artık uçmaya yakın olunca denge denemeleri başlanır. Köyün içinden geçirilip Çocuk Mustafa’nın hanayın altındaki samanlığa sokulur. Dışarıda kalan kuyruğu da özenle, çul ile sarılıp kapatılır. Bazen de kanadın birisi dışarıda kalırdı. O dışarıda kalan kısım kamufle edilirdi.
Uçak bitmek üzereydi, uçağı her gün çalıştırıp hareket ettiriyorlar ve boş tarlaların içinde tozu dumana katarak ilerlemesini izliyorlardı. Uçuracak yer aradılar, gezdiler, baktılar, tartıştılar. Ve yüksekte bir yerden havalanmasının daha iyi olacağına karar verdiler. Bu iş için Yeniceköy uygun bulundu. Yeniceköy’ün yamacından uçmaya bırakılacaktı. Ve oradan, doğudan, kuş uçuşu on mil gidip Lefkoşa’ya inecekti. Bunu yapmaları gerekiyordu. Yeniceköy’de seçtikleri yere, günlerce, kamyon kamyon havara taşıyıp sıkıştırdılar ve bir uçak gemisinin pisti gibi pist yaptılar. Pist bazılarına göre kalkış için kısaydı ama alınan ortak karara göre yine de uçuş için gerekli mesafe vardı.
Uçuş takvimi belli olmuştu. O güne hazırlanılıyordu. Uçağı Mineraliköylü Özay kullanacaktı. Başına ince lamaridan başlık yaptılar ve oturma yerinin arkasına da, iki teneke benzin koymayı planladılar. Bu benzin tenekeleri Lefkoşa üzerinde, Rum bölgesinden geçerken tutuşturulup fabrikaların üzerine bırakılacaktı. Ve Rumlara biz, sizi istediğimiz zaman bombalarız diyebileceklerdi. Bir de uçağın, kanat altlarına Türk bayrağı yapıştırılacaktı. Her şey hazırdı. İlk uçuş denemesi için, uçak büyük halatlara bağlanıp Çocuk Mustafa’nın hanayın altından çıkarılıp Çatoz yoluna sokuldu ve iki kilometrelik yolu yaklaşık iki saatte alarak Yeniceköy’e varıldı. Uçak giderken havalanmasın diye de uçağın kanatlarına bağladıkları halatlarla önden ve arakadan uçağı yere çekiyorlarmış.
İlk denemeyi yüzlerce köylü geldi seyretmeye, benzin dolu tenekeler hazırlandı. Kask takılıp pilot yerini aldı ve kalkış için Tamam işaretini sağ kolunu uzatıp yumruğunu sıkıp başparmağını yukarı tutarak verdi. Ve teknik ekip tekerlerin önündeki takozları aldı, uçak hızlandı. Hem de son sürat, tozu dumana katarak. Ve tepenin kenarına gelince de ne sebepten olduğu bilinmeden, uçak biraz yavaşladı ve tepeden aşağıya doğru yuvarlanarak indi. Teknik ekip yamaçtan aşağı koşup, uçağın içinden pilotu çıkarmış. Allahtan pek yaralı değilmiş, ufak tefek hasarla atlatmış. Uçakta da fazla bir hasar yokmuş. Köylülerin üzüntülü bakışları arasında, köye tekrar dönmüşler ve daha sonraki günlerde tekrar denemek için uçak tamir edilmiş. Ama pilot artık uçmamaya karar verdiği için daha doğrusu uçmak değil de uçağı nasıl indireceğini bilemediği için uçuş süresiz ertelenmiş.
Yıllar sonra Beyköy’de Asaf’ın evinde yeğeni Fahri’nin sayesinde uçağın bazı parçalarını görüp hayranlıkla seyrettik.
Tabii o zaman çocuktuk ve hayrandık. Ya bugün. Okuma yazmayı zor başarmış kişilerin, bir kitap resminden yola çıkarak uçak yapmalarına ömrüm yettiğince hayranlık duyacağım.